O sabah bütün televizyon kanallari bu esrarengiz haberden bahsediyordu. Insanlar ölenlerin kimliklerini, ölüm nedenlerini, olayin cinayet mi yoksa bir kaza mi oldugunu merak ediyordu. Sanat eserlerinin sergilendigi, elit insanlarin ve sehrin burjuvalarinin ziyaret ettigi bir mekanin bodrum katinda bulunan cesetler ezberleri bozuyordu. Böyle yerlerin üst katlari öyle Ohh, zengin, gösterisli ve süslü olurdu ki bir de karanlik bodrum katlarinin olabilecegi insanin aklinin ucuna dahi gelmezdi. Altinda cesetlerin, korkularin, karanligin, süphenin, kanin ve pisligin bulundugu bir sanat galerisinin varligini birisi göstermek istemedikten sonra kim bilebilirdi ki
Haberin yanki buldugu yerlerde belki birileri neler olup bittigini biliyor, birileri ise söyle bir kulak kabartip umursamazca hayatina devam ediyordu. Oysa ölüm ve aci, tüm bu yasananlardan ve yasanacak olanlardan, gercegi bilenlerden ya da onu yok sayanlardan bagimsiz bir sekilde gelip son sözünü söylemisti. Üstelik son derece sira disi bir yerde ve bicimde. Bir müddet konusulduktan sonra bütün sehir bu karanlik haberi kendi bilincinin yeraltina gömdü. Ne de olsa insanlar, kamu hafizasi en fazla birkac ay sonra her seyi unutur diye bir yalana inandirilmisti. Oysa hicbir sey unutulmazdi ve baska bir zamanda ve formda kendini hatirlatmak icin mutlaka geri dönerdi. Hic süphesiz bütün toplumlarin, sehirlerin, kabilelerin ve hatta medeniyetlerin böyle bir bilincalti mezarligi vardir. Bir gün gömüldükleri yerden cikip gelene kadar...
Siz bilincaltintzt bilince dönüstürene kadar, o sizin hayatinizi yönlendirecek ve siz de ona kader diyeceksiniz.
Carl Gustav Jung